Thursday, October 12, 2006

Aklım Erdikçe Yaşam Üzerine: Dayler Dayler Viran Dayler

Dayler dayler viran dayler…
Ah yüzüm güler kalbim ayler…

derken geniş söylenir ‘e’ler Rumeli ağzında. Sadece bu türküde mi sanki? Yoo her ‘e’ “abe kızanım” daki ‘e’ kadar geniştir. Ya da “hasan”, “hüseyin”, “hediye”, “hasibe” bir anda “h” lerini –hatta bazan daha da fazlasını kaybederek- “asan”, “üseen”, “ediye” ve “asibe” oluverir. Hele bir de çok yaygın isimler vardir, her sülalede birer ikişer tane olur: “sülman”, “mü’min”, “memet”, “şeref”, “safiye”, “necmiye”… “l” ile başlamaz kelimeler de olması gerektiği gibi “ilimon” oluverir ya da “ileğen” göçmenlerin dilinde… “Uludağ’ya” çıkar, “yağyı” tavaya döker, başını “sağya” çevirir bizimkiler.

Tabii ki benim göçmen diye bilip gözlemlediklerim Karacabey’de yıllarca birlikte yaşadığım sülalem ve komşularım. Malumunuz bizim köken, annemin anne-babası ve babamın babasından, Drama ve Selanik’e uzanır. Birkaç göçmen –Trakya göçmeni- birbirini bulunca, az bir merak varsa, hemen bunlar konuşuluyor: Sizinkiler nerden? Ne zaman gelmişler? Benim annemin annesi falanca yerden, babası felan şehrin fişmanca köyünden… Tabii canım mübadelede gelenlerden …

Mübadele… Lozan mübadelesi… Osmanlı’nın kaybettiği 1. Dünya Savaşı sonrasında can ve gelecek korkusuyla Trakya ve Balkanlar’daki yaklaşık 650 bin Türk’ü oldukları yerden kaldırıp Gülcemal vapuruna bindirip Anadolu’ya getiren … Erkeklerin çoğu ya dönem savaşlarının birinde şehit düştüğü ya da öldürüldüğü için çoğunlukla kadınları ve çocukları yola döken … Aynı şekilde kazanılan Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Anadolu’dan bir milyona yakın Rum’u yollara döküp Yunanistan’a götüren…




Geçtiğimiz Cumartesi bir toplantı oldu Ankara’da, Lozan Mubadilleri Vakfı’nın düzenlediği. İstanbul, İzmir, Bursa gibi göçmen yoğunluğu fazla olan batı şehirlerinde bu ve benzer vakıf ve dernekler daha önceden kurulmuş ve çalışmalarına başlamışlar. Ben arkadaşım Evrim’den duydum bu toplantıyı, o da annesinden; annesi de İzmir’deki kızkardeşinden. Ankara’da henüz başlamış alt yapı çalışmaları. Küçük ve gönüllü ama azimli bir grup var işin başında.

Cinnah’ta çok ilginç bir binadaki bir sanat evindeki toplantıya gittiğimde çok birşey beklemiyordum. Ama gelenleri ve konuşulanları duyunca kendimi çok tanıdık bir grubun içinde hissettim. Aramızda ilk mubadillerin çocukları olan ve ailelerinin geldiği köyleri hem Türkçe hem Rumca-Yunanca isimleriyle bilen ihtiyar delikanlılar da vardı, üçüncü nesil torunlardan olup üniversiteye başlayan da. Kimi ilk ağızdan dinlemiş zorunlu göçü, sebeplerini, bırakılıp gelinen yerleri, köyleri, hayatları; kimi sadece kitaplardan. Hemen ortak bilgiler paylaşıldı: kimin geçmişi nereye dayanıyor, ilk gelenler ne zaman ve nereye gelmişler. Sonrasında “niye”si konuşuldu.. Niye gerek duymuşlar böyle bir grup kurmaya veya aramaya; göçmen olarak toplumda kendilerini nasıl görüyorlar, göçmenler olarak bir araya geldiklerinde ne buluyorlar..

Benim görebildiğim kadarıyla bizi bir araya getiren öncelikle evlerde duyulan hikayeler, pişen yemekler, benzer kültürde birileriyle paylaşılabilecek keyifli anlar... Hep hissedilen ama tam olarak hiçbir yerde kaydedilmemiş “Trakya göçmeni” kültürünü paylaşmak, daha çok öğrenmek, anlamak ve yaşatmak, bir sonraki nesle aktarmak. Kimsenin derdi günümüzün meşhur konularından olan “alt kimlik”, “üst kimlik”, “yan kimlik” tartışmalarına girmek ya da “azınlık-çoğunluk” konusunu gündeme getirmek değildi. Zira herkes kendini bu devletin eşit bir ferdi olarak görüyordu. Göçerek de gelse, anavatana ve yeni kurulan cumhuriyete inanıp güvenip gelenlerin ve bu vatanı, kendisini kucakladığı gibi kucaklamış kişilerin çocukları-torunları... Sonuçta hepimiz Türküz tabii ki. Ben hatırlarım annemi azıcık zıplatmak için “vardır bizde Rum kanı anne” dediğimi ve her seferinde net bir şekilde “hayır, biz Türküz” dediğini...

Ama sanırım içten içe özlenen, gerçeklerin ortaya çıkması, ortak bir tarihin yaşayan varislerce yazılması/derlenmesi: ortak konular, örf ve adetler, yemek tarifleri, şarkısı-türküsü... Gerçi bazen suyun “öbür yakasındakiler” hala geçmişin çeteresini tutmaya çalışıyor görünse de bu taraftaki mübadiller geçmişten çok geleceğe yüz çevirmiş ve bunca yıl T.C.’nin üretken bir parçası olmak için çaba sarfetmişler.. Fakat bu demek değildir ki onlar hiçbir şey kaybetmemişler: kesilen kocalar, bırakılan evler-tarlalar, göç boyunca çekilen acılar ve açlıklar... kazanılanlar kadar kaybedilenler...

Toplantıyı düzenleyenler geçmiş konusunda daha bilinçli ve bilgiliydi. Lozan Mübadilleri Vakfı ve Derneği çatısı altında bir sürü faaliyet başlamış bile. Gerçi buralarda az bizim göçmenlerin sayısı ama o gün toplantıya katılanlar arasındakilerden öğrendiğim kadarıyla Adana, Yozgat, Niğde’ye kadar gitmişler ilk gelenler. Ben Niğdeli bir arkadaşa Manisa-Aydın’a kadar olan Ege kıyılarında göçmen kültürü bulunduğunu iddia ettiğimde göçmenlerin coğrafyasını çok büyüttüğümü söylemişti. Düşünüyorum da Niğde’de bir akrabasının ya da komşusunun aslında benim gibi bir göçmen torunu olduğunu ögrense ne düşünür... Bana benzetir mi? Benim görebildiğim detayları o da farkedebilir mi? Küçük noktaları birleştirip bir göçmen portresini yakalayabilir mi?

Adında her ne kadar “Lozan Mübadilleri” de geçse aslında Trakya ve Balkanlar’dan göçmüş herkese açık kapısı bu vakfın ve derneğin.. Bilgi edinmek, etkinliklerine katılmak ve Ankara’da bir derneğin kuruluşuna yardım etmek isterseniz websitelerini ziyaret edebilirsiniz: http://www.lozanmubadilleri.org


İlk yakın aktivite olarak da toplanıp Muammer Ketencoglu’nun konserine gitmeyi planlıyoruz. Güzel Ege ve Trakya ritimleri ve Zeybek melodileri dinlemek için –hem de suyun her iki kıyısından da. Kendisi, sesine bayıldığım ve Kafkas kültürü dışında bir tek Trakya müziğinde duyduğum, akerdiyonu büyük ustalıkla çalıyor. Geçen kış SSK işhanında bir barda konser vermişti ve tıklık tıklım doluydu. Ben ciğerlerimi o günlük heba edip gidip dinlemiş ve çok keyif almıştım.. Gerçi yanımdaki göçmen olmayan arkadaş bana çok tanıdık gelen ritimlere pek tempo tutmadıysa da sorduğumda beğendiğini söylemişti.

Muammer Ketencioğlu & Zeybek Topluluğu
14 Ekim Cumartesi 21:00
Mekan : Sanatolia Sahnesi (ANKAMall’da)
Bilet Fiyatları : 27,50 YTL - 22 YTL
(Biletler Biletix’ten temin edilebilir http://www.biletix.com.tr/live/wtsevent.php?Eventcd=GGI67
Müzisyen hakkında bilgi için http://www.muammerketencoglu.com )



Gelenler geldi peki ya orada kalanlar ?


Benim göçmen kültürüm

Ben şahsen mübadelenin ve Trakya Türkleri’nin tarih kısmını pek bilmiyorum ama babamdan duyduğum Trakya Türkleri’nin köken olarak Karaman Beyliği’ne dayandığıdır. Birkaç yüz yıl sonra işler değişip Osmanlı güç ve yönetimi kaybedince kalkıp anavatan gelmisler ve Marmara ve Ege’deki bir sürü köye yerleşmişler. Bazı şehirler dediğim gibi daha fazla Trakya/Balkan göçmeni almış. Mesela Bursa bunlardan birisi. Ben bizim oraları anlatırken hep “Bursa’nın yerlisi göçmendir” derim; şimdiye kadar bu yorumuma karşı çıkanı da pek görmedim. Gerçi istatistik desteğim yok belki ama orada yaşayanlara öyle geliyor. Mesela her yerde bir yerli, bir “macır” (“muhacir”in halk dilindeki versiyonu dememe gerek var mı bilmem) kavramı ve mahallesi olur ya, bizim oralarda bir yerli (manav), nerden geldiğine bağlı olarak bir sürü göçmen ve mahallesi (Dramalısı, Arnavut’u, Boşnak’ı vs) olur, bir de üstüne üstlük ayrı bir “macır” mahallesi olur, hani “karışık (miscellaneous)” anlamında.




Asiye Teyzem (annemin teyzesi) ve ailesi
(Allah rahmet eylesin, esaslı kadındı Asiye Teyze)

Gruplar halinde gelip Anadolu’nun değişik yerlerinde kendilerine gösterilen yerlere yerleşirken de birbirini tamamen kaybetmemişler o dönem göçenler. Uzun süre diğer gruplar ile kız alıp-vermedikleri için de epey korunmuş kendi kültürleri kendi mahallelerinde ve evlerinde. Ama gene de benziyor sanki bütün Trakya göçmenleri birbirine. Muhabbet arada hararetlense de şen-şakraktır bizimkiler genelde. Seslenirken bir ünlem Karacabey’de “mari” olur, Çanakkale civarında “moru”, bir başka bölgede “marı”. Ama hepsinin eninde sonunda amacı aynı: sevecen bir yaklaşımla ünlemek birisine karşı. Erkeklerimiz sabahları çorba içer hala bazı göçmen ailelerinde –evde ya da mahalledeki çorbaçıda... Kadınlarımız kızartma yapar kahvaltıda çayın yanına vakit varsa. Kendine has yemekleri vardır göçmen mutfağının: lorlu biber kızartma, yaprak/bağ pidesi, dızmanası, pitası… Hele bir de fırında mantısı: Öyle sıkma Kayseri mantısına benzemez, oturup insanın midesini ezmez.

Herşeyden öte kadınları ve kadınların toplumdaki yeri bir başkadır bizim göçmenlerde. Bunu anlatması zor kelimelerle. Ben, en çok AFL’ye gelip de ilk kez İç Anadolu ya da Doğu Anadolu’dan gelen arkadaşlarla –malumunuz çoğu da erkek idi- karşılaştığımda farketmiştim bunu. Bursa Anadolu Lisesi’nde yarıdan fazla kız vardı sınıfımda ve büyük ihtimal çoğununda bir yerden göçmen bağlantısı. Ben her ne kadar o dönem çok sessiz ve utangaç idiysem de bizim kızlar hiçbir konu da erkeklerden geri ya da sessiz kalmazlardı. Bastırmazlarsa ne ala! Bol muhabbettir bizim kızlarımız, tatlı dilli, güler yüzlü, gerektiğinde saygılı ama gerektiğinde kendi burnunun dikine gidecek kadar kararlı.

Biz büyürken kız-erkek ayırımı –hele de aynı mahalle çocuklarında – pek olmazdı. Akşamüstleri kapı önlerinde buluşup kızlı-erkekli konuşmak, şakalaşmak çok normaldi. Tabii ki herkesin yan mahalleden ya da birisinin arkadaşları arasında bir sevdiği ve beğendiği olurdu, ama karşı cinsten bütün herkesi de öyle görerek yaşanmazdı. Yakın akrabalar bir kenara aynı mahalle çocukları bile “kardeş” gibi görülür ve pek birbiriyle evlenmezdi. Arkadaşlık, dostluk ve muhabbetti esas olan, sonra da uygun birini bulup evlenmek vakti gelince. Evlendikten sonra bile çoğu zaman devam eder muhabbet çocukluk arkadaşları ile...

Herşeyden önce insan olmak gerekirdi, kendine yeten ve ailesine yardım eden. Benim babamın bana verdiği başarılı kiz evladı örneklerinin arasında “traktör kullanan”, gerektiğinde tarlaya tek başına “su borusu döşeyen”, “babasının dükkanını işleten” kızlar doluydu. Kız olup da “süs” olmak yoktu.

Eee böyle kızları alacak ve sevecek erkekler de ona göre oluyor tabii ki. Ağzı laf yapmayı bilir bizim erkeklerimizin: gereğinde güzel bir söz, gereğinde tatlı bir sataşma ile belki ama mutlaka bir iletişim içinde. Direk söylemeselerde sevildiğini bilir insan böyle erkekler tarafından: çocuk olarak, eş olarak, arkadaş olarak. Hatta geçenlerde bizim mahallenin delikanlılarından Ankara üniversitelerini kazanıp da gelmiş olan iki tanesiyle konuşuyorduk, dert yandılar: “bu büyük şehir kızları ne kadar süs bebeği gibi, hiç konuşmuyorlar, dalga geçmiyorlar, süzüm süzüm süzülüp duruyorlar”... Biraz eşeleyince mesele ortaya çıktı: onların da ailelerinde benzer kadın tipleri olduğu için özel ilişkilerde gördükleri neşe, muhabbet ve tatlı sataşmalar hep aynı...Buralara gelince yaşanan küçük de olsa kültür şoku. Göçmen kültüründe yetişmiş delikanlılar olarak bizimkiler de bir-iki laf edip kızdırıp yerinden zıplatacakları kızlar isterler. Eee, kadın olsun erkek olsun, bizim göçmenler konuşkan eş ve dost isterler. Kasıntıya gelemeyiz biz...

Ne diyeyim, Allah her göçmen kulunu kıymetini bilene düşürsün! Bir kıymet bileni de Ankara’da mahsur kalmış bu göçmen kızına düşürsün!




Drama’nın içinde kurarlar pazar
Kızlara yakışır şal ile şalvar

Vurun kızlar vurun, vurun vuralım
Bu geceki geceyi nerde bulalım?

Drama’da ekerler ayvayla hurma
Kızlara yakışır davulla zurna!


---oo0oo---


Drama Köprüsü bre Asan dardır geçilmez
Soğuktur suları bre Asan bir tas içilmez
Anadan geçilir Asan yardan geçilmez
Assan! yardan geçilmez

At martini debreli Asan dayler inlesin
Drama ma’pusunda bre Asan dostlar dinlesin