Monday, July 31, 2006

Aklım Erdikçe Yaşam Üzerine: Müslüm Gürses Konseri

Hediye Tüydeş AFL-90


Bu köseye yazmaya başladığımda yurtdışındaydım ve orada yaşadıklarımla buradakileri karşılaştırırak başkalarının ilgisini çekecek şeyler bulabiliyordum. Geri döndükten sonra konu bulmakta zorlanmaya başladım.. Nedenini düşündüm, baktım ben de herkes gibiyim, pek farklı birşeyler yaşamıyorum.. Hatta çoğunluktan daha sıradan ve olaysız bir hayatım var. Yazacak birşeyler bulmak için ne yapabilirim diye düşünürken aklıma her ay için bir olay ya da hobi seçmek ya da denemek, tecrübelerimi yazmak geldi. Ama yani her ay için hemen denenecek ve yapılacak hobi bulmak mümkün mü? Zor.. O da gitti güme..

Derken AFL-Forum listesine bir haber geldi: Müslüm Gürses Ankara’da bir yerde konser verecekmiş bir ay boyunca diye. Suat Abi (’73) hemen destek verdi fikre. Dönem arkadaşım Ramazan Ali’nin eşi Elif de gelebileceklerini söyleyince baktım bir grup kuruluyor. Bir an içimden gitmek geçti. Müslüm Gürses’i bilir miyim? Yooo… Müziğini sever miyim? Yooo.. Hiç dinlemiş miyim? Yooo.. Tövbe, bir tek “Nerdesin Firuze?” filminde bir şarkı söylerken hatırlıyorum. Çok da kötü gelmemişti….

Ama kendisi benim yıllarca direnip dinlemediğim “arabesk” türünün en bilinen isimlerinden.. Hatta hayranlarının kendini jiletlemesiyle anılıyor ismi. Şimdi gidip ne yapacaksın orada? Diğer taraftan değişik bir tecrübe olabilirdi. Bu kadar önyargılı olduğum birşeyi gidip yerinde incelemek, gözlemlemek... Bunca insanın bu adamda ne buldugunu görmek...


Müslüm Gürses’in konser vereceği yer de Gençlik Parkı’nda bir lokanta: Lunapark Gar Restaurant.. Gençlik Parkı’na gitmeyeli yıllar olmuş ayrıca. En son hatırladığım oranın pek de iyi bir ünü olmadığı ve özellikle gece vakti o bölgede kimsenin bulunmak istemeyeceği. En azindan bayanlar icin geçerli birsey. Ama diğer taraftan grupça gidiliyor.. Böyle bir şey deneyeceksem AFLli bir grup ile denemeyi tercih ederim dedim ve ben de gidenler kervanına katıldım. Hatta bu yüzden listede bir iki arkadaştan biraz azar da işittim!

Ali Kemaloğlu (’76) bizim için gün ve saatini öğrendi, yer ayırttırdı: Ankara’daki ilk geceye gidecektik.. Salı akşamı, Temmuz 17... Ben Suat Abi ile Opera binasının önünde buluşacağım, oradan birlikte Gençlik Parkı’na gideceğiz. Diğerleri ile de lokantada buluşacağız. Lunaparkın CSO konser salonu tarafindaki girişini tavsiye eden Caner Abi’nin sözünü dinleyip gittigimiz kapıda adam başı 1,250 YTL ödeyip bilet aldik, içeri adim atar atmaz gişeden iki adım ötede oturan bir başka adam bileti istedi.. “Haydee” dedim icimden.. 1,250 YTL lik giriş için bile iki adam çalışıyor. Kim ödüyor bunun parasını acep? Bir ara bu sebepten bedava yapılmamıs mıydı bu parkın girişleri zaten? Neyse, ilerledik.. Bir sürü renkler, ışıklar, çarpışan otolar, salıncaklar, inip çıkan asansörümsü düzenekler.. Ve yıllar önce bir kez binip şok bir şekilde indiğim minyatür roller-coaster… Ne kadar çok yeni eğlence düzeneğı açılmış ve gecenin sekizi olmasına rağmen ne çok insan var ortalıkta!

Gelip de bulduğumuz Gar Restaurant büyük bir çay bahcesi gibiydi. Sornadan öğrendik ki bu yazlık bahçe kısmıymış. Girdik oturduk bir masaya. Ali Abi’ye ayrılan masa sahnenin en başında, müzisyenlerin dibinde bir yerde. Tam o sirada Kadriye Abla (‘75) bizi gördü yanımıza geldi. Yanımızda amfiler bangır bangır bağırıyor. Biraz ileride derme çatma bir sundurmanın içinde küçük bir saz heyeti türküler çalıyor.. Sahnede tek omuzunda askısı olan siyah bir gece elbisesi içinde kırk yaşına yakın görünen sarışın bir kadın türkü söylüyor. Müslüm öncesi aperatif gibisinden… Aralarda sahne etrafindaki masalardan bir ikisini doldurmuş insanları dansa davet ediyor, isteklerini öğrenmeye calışıyor. Bir masada tahminen ortaöğretim çağında iki kızı ile gelmiş bir ailenin annesi kızlarını alıp sahneye çıkıp sanatçıyla misket oynuyor. Bilsem ben de oynayabilirim belki. Maksat sahne dolsun. Ama ben bir Trakya kızıyım, misketten anlamam.. Hele de Ankara’nın Gençlik Parkı’nda kalkıp boyumu gösteremem. Abes olur. Ama ilgi göstermek ve olaya katılabilmek için bulduğum bir kağıda harıl harıl istek türküler yazıyorum: Bülbülüm Altın Kafeste, Şinanay, Acem Kızı, Hacal Obası, Neredesin Sen?... Derken Kadriye Abla bir istek yazdırdı, Yozgat Sürmelisi.


İlk fırsatta istekte bulunuyoruz. Sarkıcı listenin tümünü alıp bakıyor.. Yozgat sürmelisini okuyayim diyor.. Meğer sanatçımız da Yozgatlı çıkmaz mı?


Dersini almış da ediyor ezber
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Aman aman ben yarelendim aman

Bu dert beni iflah etmez deleyler
Benim dert çekmeye dermanım mı var
Aman aman sürmelim aman



Ben nakaratta hatırladım biraz ama o kadar… Tam o sırada Ali Abiler geldi ve sesin daha az içimizi tittereceği uzaklıkta bir masaya geçmeye niyetlenildi. Ama isteği yapmış olan ben ve Kadriye Abla, şarkıcıya saygımızdan türkü bitip de kadını alkıslamadan gitmedik… Sanata ve sanatcıya saygılı olmak lazım, değil mi ama? Cesaret ister çıkıp da birilerinin önünde birşeyler yapmak.

Etrafı şöyle göz ucuyla izliyorum…Ortada avlu gibi bir sahne . Etrafinda iki sıra aile masaları. İki kızlı ailenin olduğu masa sağda en başta.. Yanlarındaki masada işten çıkmış gibi görünen bir adam ve yanında sevgilisi olması ihtimal büyük bir genç kadın. Karşı tarafta bir masada transeksüel olduğu çok belli, boylu poslu ve mahzun bakışlı bir abimiz –ya da ablamız – yanında şarışın bir başka kızla. Ben anlamam ama ikincisinin de doğuştan kadın olmadığı yorumu geçti bir an masada. Onların arkasındaki masada bir aile başı örtülü yaşlı anneleriyle birlikte oturmakta. Aile masalarının arkalarında biraz boşluktan sonra bekarlara ayrılan masalarda tahminen çok da para kazanmayan delikanlı ya da orta yaşlı erkekler, bir çay da bira içip Müslüm dinleyecekler. (Hep dikkatimi çekmiştir bu “aile bahçemiz/yerimiz” kavramı böyle yerlerdeki. Grupta bir kadın varsa, bir anda “aile” oluverirsiniz. )


Masamızın şiparişi verilirken rakı olmadığı yönünde birşeyler konuşuldu ve “olur mu şimdi” sözleri sarfedildi. Bir iki kişi yemek, diğerleri salata falan ısmarladı. Ortaya da kocaman bir semaver tabii ki. Tam bu curcuna esnasında sarışın abla gitti, salaş kulubenin arkasında bir yerde kot pantalon-tişörtünü giydi ve arkamızdaki masada bir arkadaşıyla oturdu. Sahne elbisesi olmayınca ne kadar da bizden birisi.. Sonrasında bir dj’den anons geldi: “…. grubundan Ankara misket”… Hemen ardından bir misket havası çalmaya basladı... Ondan sonra başka bir gruptan gene misket! Bildiğimiz misketin çeşitlemeriyle devam ederken Suat Abi atladı ortaya misket oynayacağız diye! Hımm, birlikte geldiğim arkadaşı sahnede yalnız bırakmaz olmaz ama dediğim gibi benim alanım da değil misket işi. Arkadaşa sadakat hissim ağır bastı, ben de çıktım sahneye, başladım hafiften döktürmeye. Derken Kadriye Abla’da katıldı, masada keyifle bizi seyreden Ali Abi de resmimizi çekmekle yetindi. Ama itiraf etmeliyim, sahnedeki Ankarali olduğunu tahmin ettiğim diğer iki amca ve Suat Abi’nin yanında sadece çarki felek mankeni gibi kaldım, o ayrı mesele. J


Misketten sonra soluklanırken bir anons geldi: sahneye kırmızı halı serilecek.. birazdan Müslüm Gürses gelecek. Lütfen sahneye çıkıp resim çektirmek ya da çiçek vermek için rahatsız etmeyin. Kendi fotoğraf makinalarinizin flaşı birşeyleri bozuyor (!), etraftaki fotoğrafçıya çektirin J Bir an şöyle ortama baktım, topu topu 10-12 masa ya dolu ya değil. Yılların meşhur şarkıcısı Müslüm Gürses bu kadarcık bir gruba şarkı mı söyleyecek? Hem de giriş parası bile ödememiş sıradan bir seyirciye! Yahu onun yerinde ben olsam yüksünebilirdim.


Kırmızı halı serildikten az sonra daha da genişletilmiş bir saz heyetinin müzik düzeni çok daha iyi yapılmış ses sisteminden melodileri gelmeye başladı. Beyazlar içinde Müslüm Gürses sahnede yerini aldi. Bana sürekli sarhoşmuş hissi yaratan bakışları vardı yüzünde ama şarkıları-türküleri ardı ardına diziveriyordu ayıkmışcasına. Arada bir masalara oturuyor, arada bir önlerinde duruyordu. Garson bir iki kere elinde bir tepsi gül yaprağı ile kendisine doğru gidip önüne güller saçtı. O da kim gönderdiyse o kişiye/masaya dönüp teşekkur eden bir baş sallaması yapıp şarkısına devam ediyordu.

Sonra masalarda oturduğu sırada başka bir seramoni oldugunu farkettim. Gittiği masanın önüne örtülü küçük bir sepha üstünde bir şişe ve kadeh götürülüyor, kendisi masadayeken “pat” diye şampanya patlatılıyor ve kadehe dolduruluyordu.

Bu kadar racon öğrendikten sonra bizim masa da gaza geldi ve hemen yakındaki çiçekçi çağrılıp gül döktürmenin günahı nedir diye soruldu. Tabii bir de şampanya patlamak lazım. Ondan sonra garsona işaret edip sanatçıyı masamıza çağırdık. Gene şarkı söylemeyi kesmeden uygun bir zamanda buyurdu geldi, oturdu bir şarkı daha söyledi.

Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş
Tanrı istemezse insan ölmezmiş
Sen tanrımısın beni öldürdün
Eşime dostuma beni güldürdün

Vicdanının sesini dinle bak ne diyor
Sesin için bir can bir can ölüyor

Allah öldürür dünyadan alır
Sen beni öldürdün hayatta bıraktın
Cehennem ateşi ahirette olur
Sen beni dünyada ateşe attın



Biz de masada önüne güller döktürdük, şerefine bir şampanya patlattırdık. Köpüklü içkinin dolu olduğu kadehi masadaki herkesle –en uçtakiler dahil – tek tek tokuştururken sıra bana geldiğinde biraz utanıp gülümseyerek çay bardağımı şerefine kaldırınca küçük bir şaşkınla “o da ne?” dedi ama gene de tokuşturmaktan geri kalmadı. Masamızdayken hazırda bekleyen fotografçıya işaret edip hemen resimler çektirdik kendisiyle. O hiç istifini bozmadan pozunu verip sakince ve huzurla şarkısını söylemeye devam etti.


Senin için herkes kötü söylüyor
Söylemesi kolay birde bana sor
Seninle yaşamak güzel şey ama

Senden ayrılmayı gelde bana sor
Vicdanının sesini dinle bak ne diyor
Senin için bir can bir can ölüyor



Allah öldürür dünyadan alır
Sen beni öldürdün hayatta bıraktın
Cehennem ateşi ahirette olur
Sen beni dünyada ateşe attın


Bitince şarkı, bir sonraki daveti kabul edip bir başka masada bir başka şarkıya geçti. Biz bir semaver daha ısmarladık, dinlemeye devam ettik. Gülleri kaça döktürduk bilmiyorum ama masamızda patlattıgımız şampanya çok ucuzmuş: sadece 2.5 YTL gibi birşey yanılmıyorsam. Aslında o da şampanya patlatmanın “pat” sesinin fiyatını, zira gelen şişenin üstünde “içilmez” ibaresi var. İçindeki büyük olasılıkla karbonatlı bir sıvı, çalkalayınca “pat”lıyor.. Gerçek şampanya patlattırsanız hem pahalı hem de sanatçının her masada bir kadeh içmesi mümkün değil! Yazık, günah... Halkım da çözümü böyle bulmuş. Takdir ettim.

Ama esas takdir ettiğim Müslüm Gürses’in bu kadar az bir seyirciye hic yüksünmeden bir program yapması. Müzik kalitesi böyle bir çaybahçesi ortamında canlı bir performans için çok iyi olmasa da her masadaki insanlarla –yaş, zenginlik, görüntü farketmeden –aynı miktar ve saygıyla ilgilenmesi... Ne yalan söyleyeyim, bütün gece boyunca içimden bir hatası olacak mı, bir ukalalığını –daha doğrusu bir yamuğunu görecek miyim – diye bekledim durdum. Görmedim.. En gerilerde oturan bekar delikanlılarla bile aynı racon hareketler, cep telefonu ile bile resim çektirmeler... Bir taraftan şarkı söylerken diğer taraftan etraftaki seyircileri göz ucuyla izler haline baktım ve kendi kendime bu adam “baba” lakabını hakikaten hakkediyor dedim. Adamın tavırlarında bir babacanlık ve mütevazilik var.

Kendini jiletlediği iddia edilen hayranlarına gelince: bu ilk konserinde öyle bir gözlemim olmadı ama tahmin ediyorum, o kadar “öldürücü” ya da “tehlikeli” ruh hali sergileyen arkadaşlar bile “adam yerine sayılmış” ya da “topluma dahil edilmiş” hissedebilirler kendilerini Müslüm Gürses’in konserlerinde. Belki de o yüzden gidip durup bu imajın çıkmasına sebep olmuşlardır. Daha fazla bilgim olmadan başka bir yorumda bulunamayacağım.

İşin özü, yiyip içip Türkiye’nin en bilinen sanatçılarından birinden canlı şarkı-türkü dinleyip, gül döktürüp kadeh tokuşturup adam başı 35 YTL ödeyip halkımın değişik kesitlerinden insanlarla felekten bir gece çaldım. Hala müziğini-kalitesini pek bilmem ama Müslüm Gürses’in niye Müslüm Baba ve bir halk sanatçısı olduğunu şimdi daha iyi anlıyor gibiyim. Ali Abi’ye organizasyonu, gruba katılımı için teşekkür eder, Müslüm Baba her sene geldiği iddia edilen Ankara’ya seneye gelirse ve ömrümüz varsa gene gidelim derim.

NOT: gecenin resimlerini görmek için AFLD bülten sayfasına gidiniz. (http://www.afl.org.tr/mezun/e_bulten/2006/agustos/hediyetuydes_200608.htm )

Tuesday, July 04, 2006

Şiir: Ask ne kadar zor

Ask ne kadar zor

benim gibi bir kadın icin...

cocuksu yuregin
pır pır edip
sorgusuz sualsiz gidip
birine dogru akmak isterken
susturup aklını
korlemesine
ve kendi kendine de olsa
sevemezsin.

aklının uyarıları
beyninin icinde yankılanan,
bilirsin:
-- gonlunde olan sadece sen degilsen
sevgilim diyemezsin
-- kararsızı kandırsan da
uzun sure devam ettiremezsin
-- herseye
ve hatta
sana ragmen
seni sevmezse
sevenim var diyemezsin
dogru adam
dogru zamanında gelmeden
sen gonlunu veremezsin..
versen de kırılmadan edemezsin;
kırılacagını bile bile
haksızlık edip
gonlunu sevmeyene
teslim edemezsin.

aska hasret gecerken
gunlerin ve hatta yılların
ve sunabilecekken
ruhunu, gonlunu ve tum benligini
tum sevebilirligi ve renkleri ile,
karsındaki istemeden bile,
bir bekleyis
bir koca tas yureginde
bıçak acmaz agzını,
sadece bir dua
dilinde ve siirlerinde,
sessizce...

O karsılıklı ask yemini edilmeden,
o ilk cesaretli adım atılmadan,
"ben"den "biz"e giden yolda
karsındaki sana katılmadan,
sen tutup kendini aska atamazsın,
atsan da bilirsin
ask olmaz yasanan,
yanında
yerinde
huzurlu yatamazsın.


Ask ne kadar zor
benim gibi
bir kadın icin,
gonlu konusur,
aklı calısır,
ya bir gun
kendi gibi
cesurca seveni bulur,
ya da gun gelir
bir omur yalnızlıga
-belki de asksızlıga-
alışır..