Saturday, October 09, 2004

Aklım Erdikçe Yaşam Üzerine: BİR GÖÇ ÖNCESİ

Yıllar ne kadar da çabuk geçmiş görünüyor geriye dönüp bakınca… Tortusu fırtınasından az oluyor demek ki hayatın. ABD’ye gelişim daha dün gün gibi taze hatıralarımda… Hatta gidişimden daha bir mutluluk içinde gibiyim o günlere döndügümde, külleri çok eşelemezsem tabii ki.
Yeni bir göç öncesi daralma hali benimkisi; yeniden köklerimi koparıp, söküp, toplayıp bir başka memlekete dönme tasası, telaşesi içimdeki… Döneceğin yer anavatanın bile olsa –ki bu anavatan kavramına bir ara oturup biraz daha kafa yormak lazım- göç zor be bunca seneden, bunca çileden sonra. Dönen sen giden sen midir? Döneceğin yer bırakıp gittiğin yer midir? Dönerken içinde büyütüp getirdiğin döndüğün yerde ölmeden alışabilecek, değişebilecek midir?

Bilemiyorum… Düşünüyor, düşünüyor, sonra düşünmekten vazgeçiyorum. Sanki düşüncelerimdeki soruların yanıtlarını duymak, bilmek istemiyorum. Ya olmazsa? Hele de kendi öz vatanında tutunamazsa? Bu yürek ondan sonra kime ne desin, ne eylesin? Bunca zaman kendimi avuttum; insanlık hali bu, gurbet elde öyle harbi dostluklar, öyle mutlu birliktelikler denk gelmeyebilir bizim gibisine… Ya aynısı yaşanırsa kendi memleketinde?

Oturup da ağlarım herhalde 2 odalı bir apartman köşesinde. Yapayalnız, cıscıbıldak kendi milletinin içinde. Anam-babam var tamam –çok şükür- ama bir ömur de onların yanında, kanadının altında geçmez ki –gerçi ben hiç öyle evcimen kız rolü oynamadım bu hayatta şimdiye kadar ya neyse… Üstelik de yaşım gereği evlenmem lazım artık: kendi ailemi kurmam, kendi kafa dengimi bulmam… Ya bulamazsam… Git dünyanın öbür ucuna, gel bu ucuna; senin kafa uyar ne o ucuna ne bucuna…

Şimdi hayatında büyük bir mekan değişikliği yaşamamış –memleket bazında konuşuyorum- birisine bunlar abartılı gelebilir ama bilen biliyordur, bilmeyen dudak büküp gülüyordur, zor iş bu memleket değiştirmek. Adamın gözünde büyüyor tasını tarağını toplayıp, bavullarını doldurup yeni bir adrese yolculuk etmek. Bina her yerde üç aşağı beş yukarı aynı belki ama, yolda yürüyen insanların arasında kendini ve yalnızlığını farketmek… Bak işte o koyuyor ve korkutuyor..

Vallahi korkmuyorum doğrusal-olmayan şartlı trafik yönetimi optimize problemimden, korktuğum kadar şu memleket değiştirme işinden… Yaşım 30 küsur –artık utancımdan mı yoksa inkarımdan mı dilim varmıyor küsuratına, ben de bilmiyorum. Liseden beri üniversite ortamında çakılı kaldım. Hayır, tembellik etmedim, boş durmadım. Üniversite bitirdim, üstüne iki mastır, bir de doktora yaptım. Benden beklenmeyecek şekilde –sorunuz geometri hocam Süheyla Hanım’a ve bilimum dönemdaşım adama- akademinin yollarında tur attım. Korkarım şimdi de akademinin kapısının eşiğine gelmişken bir anda donup kaldım. Gerçekten bir ömür kampüslerde mi yaşamak benim amacım?

Oysa lise yıllarımda, gelecegin bilim adamları/kadınları potansiyellerini gösterirken AFL camiasinda, ben gayet de başka dallara kendimi adamıştım… Yıldızcan’ın peşinde halk oyunları, halk müziği korosu, basketbol takımı… bilimum sosyal aktivite ve laylaylom modunda bir Hediye. Bir açıldım, bir saçıldım, bir kabuk atıp yeni bir ruha erdim.

Mühendisliği anladığımı sanarak seçtim, tembellikle ancak inşaata girebildim. Azim gösterip ne çifte bölüm bitirdim ne de “daha yüksek puanlı” bir bölüme dikey geçebildim. Üniversite yıllarımda hep AFLli takıldım, AFLli geçindim. Gurur duydum, kıl oldum ama gene de AFLli sevdim. Gün geldi, kalbim kırıldı, gönlüm gücendi, memleket dar geldi, geç de olsa kalktım Amerikan illerine geldim –ben zaten neyi sırası sekisi ile becerdim. AFL’den sonra ömrümde bir de buralarda yeni bir benliğe erdim.

Çok düşündüm düşündüklerimi yazmayı; düşündüklerimi, değiştirdiklerimi, görüp de beğenip ekleyip, görünce beğenmeyip elediklerimi. Şimdi başlasam yazmaya kaç vakit lazım dersiniz anlatmaya, fırtınaları ve tortuları içimdeki?

Bu ilk olsun bakalım, gerisini yavaş yavaş yazalım. Aklım erdikçe, yaşam üzerine… Yazan, bendeniz Hediye.

Sevgilerimle…