Friday, June 30, 2006

Aklım Erdikçe Yaşam Üzerine: Şehir ve insan

Nedir bir insanı bir şehre, bir űlkeye bağlayan? Aile mi, iş mi, aşk mi? űmit midir yarına dair olan ya da bir sevda olasılığı mıdır geceyi dayanılabilir kılan?



Bilmiyorum. Geçtiğimiz son iki haftada 14 gűn içinde her yerde en fazla űç gece yatarak Ankara-Istanbul-Washington DC-Şikago-Evanston-Istanbul-Karacabey-Ankara-Izmir-Ankara gibi kűçűk bir tur yapıp hayatımın değişik kısımlarına ve anılarına tanık olmuş bir sűrű şehiri ve kişiyi birbiri ardısıra gőrdűkten sonra şunu farkettim: Her bir şehirde farklı bir parçam var yaşayan, oradaki sevdiklerimle ve sevenlerimle.




Evanston’a gittiğimde hala Northwestern’deki doktora őğrencisi ruhum yaşıyor McCormick Tech binasında, kűtűphanesinde, bilgisayar labında.. Őğlen yemeğe gittiğim Panera Bread’de hala arkadaşlarımla aynı hevesli muhabbetleri ediyorum doktora danışmanımız uzerine.. ve aklımda hala Asiago peynirli “bagel” tadı. Pazar sabah olunca eski ev arkadaşım Aynur’un evinde, çeşidi 10u bulmasa da keyfi yűzde yűzűn űstűne çıkan bol muhabbetli “brunch” yapıyoruz. Sonunda da mutlaka bir kahve falı Aynur’a, tabii ondan da bana vakit kalırsa. Eğer Kathie de bir iki cűmle ile katılmışsa, ne ala!


Şikago’ya gittiğimde gene Filene’s Basement dűkkanındaki sezon sonu indirimlerine bir gőz atmayı çekiyor canım; akşamına yolun karşısındaki John Hancock binasının altındaki Cheesecake Factory’de bir tatlı yemeyi ya da 95. katındaki Signature Lounge’da bir kahve içmeyi planlıyorum hayal ile karışık, engin Şikago şehri ayağımın altında.


DC’de genelde trafik műhendisiyim, yıllardır ve inşallah őnűműzdeki uzun yıllar boyunca da, her Ocak ayında, karda kışta TRB konferansına giden, sabahın erken saatinden gecenin 10una kadar bir toplantıdan őbűrűne geçen. Hala Hilton civarındaki hayvanat bahçesini gőrmemekte ısrar edip, the Mall denilen bőlgede yűrűmeye tamam derken içindeki műzeleri bir daha gezme dermanını dizinde gőrmeyen. Her gidişinde akşamları mastır yıllarından oda arkadaşım Serpil ve ailesini ve AFL-FORUM’dan tanıştığım Burcu ve Fazıl çiftini gőrmek için Metro’yla College Park’a giden.

Istanbul’da her zaman turistim ben; bir tek arkadaşım Fırat’ın evini –adresini de değil- bilen. Avrupa yakasında her zaman olay Taksim’de bitiyor benim için, ya da başlıyor. Birisiyle mi buluşulacak? Taksim’de. Otobűsle mi gittim? Alın beni, bekliyorum Taksim Metro –ya da Kamil Koç- yazıhanesinde… Anadolu yakasında Haydarpaşa Garı durak yerim, oradan Ankara’ya gelip gidişi çok iyi bilirim. En son bir de Űskűdar iskelesini őğrenmiştim.




Karacabey’de annemin kiziyim ben, mahallenin gereğinden çok okumuşu. Yűkselen apartmanlar arasında kalmış tek katlı evimizde babamın “meşkurik”diye uyduruk bir sıfat ile seslendiği, iyi gűnűnde el ense çekip sırt ustu devirdiği. Űstte bir tişort, altta annemden ődűnç ya da maksi bir etekle umursamazca saatleri geçen. CNBC-E seyretmenin yaratacağı mesafeyi Cennet Mahallesi seyrederek kapatan.. Doğum yerim Karacabey, belki de őlűnce de gőműlmem gereken, sűlalem ile, hiç tanışmadığım kardeşleriminle dibdibe.




Izmir’i ilk kez gőrdűm. Ilk anılarımı yaşadım bu şehirde. Her sokağı, her binasi ve kőşesi yabancıysa da yıllar őncesinden arkadaşım Seçil benim için henűz Izmir, toplantılardan tanıdığım Caner Abi ve listeden yazışıp ilk kez tanıştığım, cana yakın bulduğum Mesut Abi. Sanatını pek de doğru dűrűst bilmediğim Ian Anderson amcamızın konserinde sahne alan 22 yaşındaki gencecik bir kızın kemanından çıkan bűyűlű bir melodinin mekanı Izmir şimdilik, beni bűtűn dertlerimden bir an için bile olsa sırıyıp alıkoyan.


Ve Ankara… Yıllarımı, anılarımı, dostlarımı, aşkımı ve hayallerimi bırakıp gittiğim, dőnűp dolaşıp tekrar geri geldiğim. Geldiğimde geçmişten kalan ya da geleceğe dair çok az şey bulabildiğim. Sokaklarında űrkek űrkek gezindiğim. Alışmakta zorluk çektiğim. Geçen aya kadar akşamları evimdeki sessizliğe gőnlűmdeki yanlızlığı ekleyip girdiğim.



Oysa bugűn ilk kez biraz olsun ait hissettim kendimi: Ankara’ya. Tűrkiye’ye… Biraz olsun ben de burada tekrar yeşerebilir, kők salıp çiçek açabilirmişim gibi bir his içimde. Teçhizatını alıp arpa boyu yok katettiğim projem midir sebebi, yoksa sorduğum sorulara cevap alışım mı derslerimde? Belki de űstűne cevabını bilemediğim sorular soran őğrencilerim? AFLD çalışmalarında benim de tuzumun katilabileceği hissi mi? Yoksa bir grup meraklisi ile bir pota altında oynanmış bir basketbol maçı mı, beni tanımayanların tanımamasını yadırgamadığı(m)? Bir arkadaşla gidilmesi beklenen bir film ya da dans mı?


Insanların benim yurtdışındaki yıllarımı artık merak etmeyişi midir beni buralara ait hissettiren, yoksa benim vazgeçişim midir gurbeti içimde taşımaktan?


Ya sevilmek ve tekrar sevebilmek? Herşeye rağmen ve Ankara’da bile olsa aşka dűşebilmek? Űmidi bile melhem sanki yalnız gőnlűme, her ne kadar o sevgili yar henűz bulunamamış ise de.

Ben tekrar kők salabilir de açarsam, eflatun bir tomurcuk olurum Ankara’da, teni leylak kokusunda. Herkes gibi yűrűyemem belki ama, pır pır eden yűreğimle uçabilirim bir kuş gibi, bir mekandan bir őteki mekanına… ve de yűzebilirim hayallerimde sessizce, mutlu bir denizkizi gibi, bu susuz şehirde bile, sevdiğim tarafindan sevildiğim anda. Daha őnce olduğum gibi Ankara’da.


Herşeye rağmen űmit var sanırım –ya da olsun isterim –, bana, Ankara’da.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home